3 Nisan 2013 Çarşamba

DİLİM YOK Kİ !


Küçükken, daha çok küçükken tüm cadılığımı miras aldığım kadınla baş başa kalmıştık birkaç saat. Annem pazara gitti diye susmayı düşünmediğim bir zamanda, ağzıma gelen şamarla afallamıştım. Annem eve geldiğinde:  " Anlat bakalım neler oldu, canını mı yaktı babaannen? " diye sordu babaannem, " Dilim yok ki! " diye cevap vermişim ondan korktuğum için.
Ağzıma yediğim o şamarı hiç unutmadığım için, yanında bir daha hiç ağlamadım onun. Bugün hariç..
Buruş buruş pamuk suratındaki o muzur ifadeyle anlattığı aşk hikayesi benim tebessüm sebebimdi hep.

 Makedonya' da evlerinin damına çıkmış bir düğünü izlemek için, düğün alayında gözüne  at üstünde bir delikanlı takılmış. "Ne güzel çocuk, bu çocuğu alan ne şanslı kız." demiş arkadaşına. "Süleyman Sinan 'ın oğlu o, köyün ağasının." demiş arkadaşı. Damdaki bu kısa muhabbet orada kapanmış, bir daha açılmamış. Bir ay sonra haber getirmiş tanıdıkları annesine; senin kızı Süleyman Sinan'in oğluna istiyorlar diye. Eve böyle haberlerle gelen aracıları,görücüleri terlik atarak kovalayan babaannem bu defa tepkisiz kalınca; anlamış babası gönüllü olduğunu, gelsinler demiş.
Kısa bir süre sonra at üstünde gördüğü delikanlıya, at üstünde gelin gitmiş. Alisiyle mutlu mesut yaşarken, iki de çocukları  varken göç başlamış Anadolu topraklarına. Bizimkiler de baskıya dayanamayıp, mallarını yok pahasına satıp gelivermişler çiçeği burnunda cumhuriyete.
Sıkıntılı yol şartları, yokluk, salgın zayıf düşürmüş küçük kızlarını; kaybetmişler. Üstüne bir de geçim sıkıntısı başlayınca bir hasret daha alıkoymuş Fazilet Hanımı, bu defa Alisinden. Yasamak için çalışmak, çalışmak için Almanya ' da işçi olması gerekmiş Ali'nin. Takriben her kavuşma sonrasında bir çocukları daha olmuş, büyümüş kocaman olmuş aileleri.
Sonra bizler olmuşuz; kimimiz adını almışız, kimimiz huyunu, kimimiz kulağını, burnunu...
"k" leri "t" yapan yarım yamalak Türkçesiyle söyletmeye çalışıp güldüğüm hep birkaç kelime vardı küçükken: gök kuşağı ,gökdelen, gökyüzü  gibi...

Sevmediğim pekmezi "mamalunga"sıyla bir güzel yedirirdi, canı börek çekince unu kapar koltuğunun altına annemi ya da halamı yakalayıverirdi.
Hiç babaanne kola müptelasi olur mu? Benimki hayatta kolaya hayır demezdi. Patlamış mısır da varsa hele yanında değmeyin keyfine.
Kuru fasulyeyi az tuzlu, az salçalı yapardı ;çocukluğumun lezzetidir hala ara sıra canim çeker "babaanne fasulyesi" nden.
" Çok hasretlik çektim ben sizler çekmeyesiniz." diye dua ederdi. Memleketine, kocasına,kızına,oğluna hasretti babaannem.
İçten içe kanayan bu yarası hasret çektiklerine kavuşturdu bugün onu.
 Geçtiğimiz sene çok hastalandığı bir vakit sürekli söylediği cümleleri tekrarlamıştı yine bana " Bari senin evlendiğini göreyim..." diye. Gelinliğimi aldığım gün, babaannem de gelin oldu bembeyaz. Alisine gidiyor yine .

 " Hadi anlat deseler simdi bana, neler oldu canını mı yaktı babaannen ? "
  Anlatamam dilim yok ki!

Mart 2013

                                         
 


6 Kasım 2012 Salı

HİKAYE GEÇMİŞ ZAMANI


 

Hikayelere,masallara,destanlara konu olan aşklar vardı. Okurduk,dinlerdik belki izlerdik zaman zaman. Mutlu sonla biterdi bazıları ve  bazen bazı aşıklar kavuşamazdı kötü adamlar ya da kötü kadınlar nedeniyle.

Hayat hep seçimler sunardı insana iyi veya kötü insan olmak için...Aşık olmak için pek fazla insana şans vermezdi. Çünkü gerçek  aşk herkesin hak ettiği bir şey değildi,çünkü onu herkes anlayamaz,yaşayamaz,YAŞATAMAZDI.

Pek az insan iyi ve kötü arasından sıyrılıp aşık insan mevkiine ulaşırdı, pek azı yaşatırdı.
Gerisi hikayelere konu olmak bir tarafa gelecek zamanın zamanın hikayesi oluverirdi. Yapacaktık... Olacaktı... Gidecektik...
Bir hikaye zamanı içinde bir hikaye anlatılırdı, gelecek zaman hiç gelmezdi. -miş gibi yaşanmışlıklar içinde  -miş'li geçmiş zamana dönüşürdü  cümleler.Olmuş,bitmiş,yaşanmış,gitmiş...
ve hatta rivayet olurdu zamanla... Olmuşmuş,bitmişmiş,yaşanmışmış,gitmişmiş...
Miş leri söküp atasın gelirmiş cümlelerinden. Tüm miş'leri alıp Ş'lerin çengellerine asılasın gelirmiş tüm gücünle koparmak için. Baloncuklar saçar gibi saçasın gelirmiş etrafa sonra onları, ciğerlerinin aldığı hava kadar üflemek istermişsin ''MİS'' leri...
Birinci tekil kişiliğin çoğul olsun çoğalsın diye uğraşırken arkanda kalan üçüncü çoğul kişiler birinciliğini çekemez sana takamadıkları kulplar yerine tüm S lerine birer çengel takarlarmış yine,yeniden.

MİS-lerin  -miş olunca, HİS-lerini SİS kaplarmış.SİS; PİS insanların  sebep olduğu adım atmana engel teşkil eden kara bir bulutmuş, yolun ortasında tek başına, yarım yamalak kaldığın yerde ise yapabileceğin tek şey kelimelerle oynamakmış.
                                  

6 Ağustos 2012 Pazartesi

ACIMAK


-Canının acısını nasıl anlatır ki insan? Kendisi kadar karşısındakini acıtarak mı?

-Bilemezsin ki ne kadar acıttığını. Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle herkes kendi yaşadığının acısını bilecek elbet, ve kim ne kadar acı çekerse çeksin en büyük acıyı kendisinin bilecek.
 Sustum. Baktım,bakıştık... Acılarımızın içinde sıkışıp kalmıştık.

-Sorun buydu belki de... Kendini bilmez bir egosantrizm içinde "BEN" in fosforlu kalemlerle üstünden geçildiği, herkesin "BEN"cil, herkesin"EN" çok bildiği(!), herkesin "MÜKEMMEL"(!)olduğu bir dünyada yaşamak.
Kendini anlatmayı geç, kendini anlamaktan bir halt anlamayan koca bir güruh...

-Birbirinden farklı milyonlarca dünya,aynı sahnede pek çok başrol...Daha farklı bir şey bekleyemezdik sanırım.

 Durdu,duruştuk.Söylemek istediğimiz başka başka şeyleri kovuşturduk.

-Oysa her gün anlatıyorum.Hayatlarında gerekli ya da gereksiz bir çok şeyi.Ortacı,bağlacı
...
Acıyı anlatamıyorum,acımı anlattıklarıma katıyorum. Acıdıkları kadar anlıyorlar.Dizlerindeki kabuk bağladıkça kopardıkları yaranın acısı kadar,topun hızla çarptığı yerin acısı kadar,mahallede girdiği kavgada yenilmenin acısı kadar,sonrasında kafasına atılan dikişin acısı kadar anlıyorlar.

Güldü,gülüştük...Gülüşlerin ardında gizlice acılarımızı bölüştük.

-Anlatmak zordur,anlatılanı anlayabilmek daha da zor.

 Anlamıyordum,anlatamıyordu ya da. Belki her ikisi de.

-Anlatma,sev.

-Sevmek acıtır.Acı anlatılmaz,anlaşılmaz.

-Acını sev.

Sevdim,seviştik. Sevdikçe acıdık,acıdıkça büyüdük.
Sevdim,seviştik. Büyüdük derken aslında içimizdeki çocukla çeliştik.
              
 
 

1 Ağustos 2012 Çarşamba

PALYAÇO

( Turgut Uyar'a ait olmadığı söylentileri falan olsa da en sevdiğim şiirlerden. )

i.

Kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde,
Kaç kilo çekerdi yalnızlık?
Kaç kere ezildim altında,
yaz yağmurlarının

Belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
Her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
Hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

Kim sevmezdi çiçekleri filan ?
”Ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi.

Bunu palyaço söyledi,
Palyaço söyledi ben yazdım.
Yazdım, yazmasam ağlayacaktım.

Herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım.
Sırf bu yüzden mi ağladım?
Alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz.

Biraz birazdım her şeyden,
Dün biraz sinirlenmiştim mesela,
Yarın bir kadını seveceğim biraz,
Biraz biraz kör oldum bügünlerde.

Ama rakı kadehlerini boşaltmayın,
Eksilmesin hiçbir şey.
Hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz.

ii.

Umursamıyorum yılgınlığımı filan,
Çünkü sessizce yaşanmalı her şey.
Bir devrim sessizce olmalı mesela,
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun.

Bir palyaço neden yalan söylesin ki ?
Ben palyaço olsaydım söylemezdim.
Marangoz olsaydım da söylemezdim,
Ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

Hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını?
Kaç kilo çeker ki bir palyaço?
Hem neden yüzüme vuruyorsunuz,
Bir çirkin ördek yavrusu olduğumu?

Gocunmam ki ben, ben gocunmam.
Bir palyaço ne kadar gocunmazsa
O kadar, o kadar gocunmam işte.

Rakı doldurun! Eksilmesin.

iii.

Bitmedi, yazacağım daha.
Yazmazsam ağlayacağım çünkü.
Alçakça olacak biraz.

Hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik?
Her sokakta biraz daha eksilirdik.
Bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen.
Bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu;
”Duyamadım.” derdim, “T
ekrar et!”
Sessizliğe bürünürdü o vakit her şey.
Sokaklar daha bir puslu,
Palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu.
Ve ben daha bir alçak olurdum,
Ağlardım biraz.

Hem sen kimsin, çekiştirme diyorum.
Hatta kuyruğuma basma diyorum.
''Acıyor, tırmalarım!''
diyorum.
Kahrol, kahrol!
diyorum.

iv. 

Geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
Korktum birden, kusacak gibi oldum
”Olur öyle...” dedi palyaço,
”Herkes alçaktır biraz.”
”Otur ulan!” dedim, bağırdım ona.
Ben bazen bağırırım biraz.

”Rakı doldur!” dedim, “Eksilmesin!”
Ben bazen eksilirim bira.z
Aslında hepimiz eksilirmişiz biraz,
Bunu sonradan öğrendim.

Ben aslında her şeyi sonradan öğrendim.
Herkes herkesi sonradan öğrenirmiş,
Bunu da sonradan öğrendim.

Örneğin;

Geçen gün bir kadınla seviştim,
Biraz değil çok seviştim.

Ya işte öyle palyaço...
Diyorum ki;
Bunu da yeni öğrendim:
Sevişmek de eksilmekmiş biraz.

v.

kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan?
”Ben sevmezdim.” dedim, “Yalan!”
dedi.
Bunu palyaço söyledi.
Palyaço söyledi, ben yazdım.
Yazmasam, alçak olacaktım.
Hem ben roman da yazdım biraz.

Bazen diyorum ki; palyaço,
Sen olmasan ben ne yaparım?
Alçakça eksilirim belki biraz,
Her yağmur yağışında yerindi dibine girerim,
Hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki,
Ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi.

Biraz biraz anlıyorum ki,
Yüzler eller, o terli vücutlar filan
Her şey plastikmiş biraz.

vi.

Haydi sirtaki yapalım palyaço!
Rakı doldur, yine eksildik biraz.
TURGUT UYAR

28 Haziran 2012 Perşembe

ÖĞRETMEN OLMAK







Üniversite sınavından çıkıp, tercih yaptığım zamana kadar öğretmen olmayı hiç düşünmemiştim. Her zaman bana göre değil derdim, ya da tek düze meslek vesaire... Ama nasıl olduysa oldu tercihlerimin çoğunu eğitim fakültelerinden yana kullandım. Sonuçların açıklandığı ve ileriki dört yıl boyunca da '' Ben sanırım istemiyorum.'' deyip durdum ta ki zamanı gelip de o sınıf havasını alana kadar.
O masum hayatların içine girdikçe, onların karşılıksız,saf sevgilerini gördükçe '' İyi ki...'' demeye başladım.
   
 Etrafında sinirini bozan  idari amirler, gereksiz bir sürü insan ya da insan dahi demeyeceğin türden yaratıklar olsa da güzel gülüşlerin ördüğü sağlam kaleleri yıkamazlarmış bunu gördüm.
 Canının çok sıkkın olduğu bir anda doğru düzgün çiçek yetişmeyen bir bölgede senin için arayıp topladıkları üç beş kır çiçeği seni sevdiceğinden gelmiş gibi mutlu edermiş, ellerini bağlayıp ceketine sarılarak tuttuğun bahçe nöbetinde  ''Üşüdünüz sanırım.''  denerek sunulan çay içinin en derinlerini ısıtırmış.
  

  Okulun ilk gününde tanışmak amaçlı sordukları ve öylesine cevapladığın doğum gününün bir çok yakının tarafından unutulduğu halde uykulu şiş gözlerle girdiğin sınıfta  hatırlanıyor olması o şiş gözleri dolu dolu edermiş.
 '' Kız arkadaşlarınıza burs sağlanması amacıyla fotoğraf yarışmasına katılacağız çocuklar, sizler benim modelim olacaksınız.'' dediğimde canla başla fikirler yürütüldüğünü ve derece aldığımızı söylediğimde: '' Arkadaşlarımız şimdi okula gidebilecek mi yani ? '' diye gelen soruya olumlu cevap verince sınıfta kopan alkış ve yüzlere yayılan gülümseme tüm gün gülümsemeni sağlarmış, buna bir de Adem'in:
 
'' Ben menajer tutacağım artık öğretmenim, ünlü oldum.'' diye ciddi ve bir o kadar saf konuşması eklenince gülümseyişin ikiye katlanırmış.
                             
En sinirli olduğun anda ya da dokunsalar ağlayacak gibi olduğun zamanlarda bazen aptal halleri, bazen şaşkın bakışları, bazen abidik gubidik yorumları, bazen sınav kağıtlarındaki garip cevapları seni gülümsetebilir, mutlu edebilirmiş.

Ve hayat mutlu anlardan ibaretmiş. Mutlu çağlar değil, yalnızca mutlu anlar varmış. Öğretmen olmak bu anları sıkça yakalamakmış, öğretmen olmak MUTLU anlardan U-MUTLU ÇAĞlar yaratmakmış.
                               
                                     



2 Haziran 2012 Cumartesi

ASLA KEŞKELERİM OLMADI


Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim.
Ne hissettiysem onu söyledim,onu yaşadım.Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım.Asla keşkelerim olmadı.Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım. Karşıma bazen gerçek yüzler ,bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım. Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, ya da asla birini severken karşılığını beklemedim. Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim. Bazen çok kırıldım,, bazen belki de kırdım. Ama hata insana mahsustur dedim. Affettim, af diledim. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.Belki de içten içe sinsice güldüler. Ama asıl unuttukları şuydu .Ben aldanmadım. Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.Bir insanın kaybının ne olduğunu bilemedikleri için. Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.Oysa ben hiç insan kaybetmedim. Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar.
Can YÜCEL

2 Mayıs 2012 Çarşamba

ŞAH & SULTAN -İskender PALA-


İskender Pala'nın seçme kelimeler,cümlelerle donattığı her kitabı gibi bu da harika. Hele baharın tüm güzelliğiyle kendini gösterdiği şu günlerde hamakta kitap okumanın keyfi paha biçilemez.
Kitap içinden sadece birkaç küçük dipnot.
(...) Bütün inançların temeli sevgidir.Her kim bir şey veya kimseyi severse ona inanmış,boyun eğmiş,kulluk etmiş olur.Kulluk sevginin yedi derecesinden biridir ki ilk adımda dostluk başlatır. Bu dereceler ezeli ilgiden doğar, ilgiyi sevgi takip eder. Sonra tutku,aşk, şevk,kulluk diye devam edip ebedi dostlukla nihayet bulur. (...)

(...) Akıllı insan kendisine zarar verecek sevgiyi istemez. (...)

(...) Sevgiliyi sevmek,sevgilinin sevdiklerini sevmek, sevgili için sevgili yolunda sevmek, sevgiliyle birlikte sevmek,bunların hepsi insanın tabiatına uygundur. (...)

(...)Sevgi hissedilen bir şeydi bunu biliyordum; ama bir heyecanın da adı olabilir miydi? Bir kişinin adını duyunca hissedilen heyecanın adı?! Hissedilebilir ama tanımlanabilir miydi?
(...) Elim yanaklarımdaki ıslaklığa gitti. Elime değen şeyin sevgi olduğunu biliyordum. İnsanlar ona ''gözyaşı'' deseler de o, benim için sevgiydi.


(...)Sevgi gittiğim yerde mi, geldiğim yerde miydi? Sevgiyi nerede aramalıydım ? Kaybettiklerimde mi bulacaklarımda mı ? (...)

(...) Gidenin yanıbaşında kalan, kalanın yüreğini yakacak hasretle giden... Birincilerin diğerlerinden bir üstünlükleri ikincilerin birincilerden bir eksiklikleri yoktu aslında. Zaman onları büyük kararlar almak üzere savurduğunda kimisi kurtuluşu, kimisi kurtarmayı seçmişti. (...)

(...) Sevginin bitebilen bir şey olduğunu yahut gittikçe kuvvet ve güç kazanabildiği gibi zamanla zayıflayıp etkisizleştiğini o vakit kabul ettim. (...)


(...)Ona göre sevgi sadakatin adıydı. (...)

                                           


 

afet-i devran-edebik. Design By: afet-i devran

fencing