4 Eylül 2010 Cumartesi

BİN BİR GECE-GÜNDÜZ SORULARI


Üniversite hayatım boyunca yaptığım her yolculukta kabusum olan çocuklar hatırlıyorum. ''  Suyumu kendim içeceğim, otobüsten kendim ineceğim, şunu ben yapacağım, bunu ben yapacağım '' gibi  ''BEN '' vurgusu üzerine kurulan cümleler  insana ayrı bir kriz geçirtmiş, bu seferde girişimcilik duygusuyla dünyayı algılamaya, anlamaya, öğrenmeye çalışırken sordukları o sorularsa bambaşka bir kriz sebebi haline gelmiştir. Sürekli sorgulama halindeki çocukların bu tavrı başlarda şirin gözüküp daha sonra beni deliye çeviriyor ve zaman zaman kafamda komplo teorileri geliştirdiğimi bile fark ediyorum.

 Belediye otobüsünde ayakta gitmek durumunda kalmış bir anne ve oğlu, çocuğun ağzında kocaman bir lolipop annesi her ne kadar '' Aman oğlum bak ayaktayız, düşersen boğazına girer! '' şeklinde ikazlarda bulunsa da önceleri inatla muhalefet oluyor, sonra sorularını daha rahat sorabilmesi için ağzının boş olmasına kanaat getiriyor sanırım ki çıkartıp uzatıyor şekeri annesine. Ah diyorum, ah be çocuk ne yaptın? Yiyeydin o şekeri adam gibi sen rahat, annen rahat, otobüs halkı hepinizden rahat. Bu sırada sorgulama başladı tabii ;

- Anne bu ne ?

- Lokomotif oğlum.

- Haa, ben bunu sürmek istiyorum

- ....!!! ???

Cevap alamayınca konu değişir...


- Anne burası neresi ?

- Alsancak yavrum.

- Anneannemler burada oturuyor yani.

- Hayır oğlum, Balçova ' da ya onlar.

- Hımm... (Anlayıp susacak sanıyorum, sus sus da şu notlara bir göz gezdireyim eyy çocuk)  Peki burada kimler oturuyor ?

- Kimse

- Burada kimse oturmuyorsa, yürüyen insanlar nerede oturuyor ?


Çocuğun salak saçma sorularından sıkılan başka bir teyze
akıllıca bir hamle ile hemen  lafa giriyor başlıyor çocuğu soru yağmuruna tutmaya; adın ne, yaşın kaç, nereye gidiyorsun ?  Bu güzel hamle ile utanıp pusan çocuk yol boyunca bir daha gık demiyor ve bir çok insanın ben gibi oh çektiğini gözlemliyorum.

Neyse ki burada delirten sadece çocuktu, anne gayet lokomotifin raylar üzerinde gittiğini ve onu makinistin yönlendirdiğini açık dille anlatabildi çocuğa. Ama bunun çok tersi bir durumla bir iki dakikalık metro yolculuğumda karşılaştım. Çocuk daha adımını attı ve soru yağmuru başladı '' DINNN ...''

- Anne bu nasıl gideyo ?

- Tekerleri var kızım. Onlar döneyoo, bu gideyo.

- Peki kendi mi gideyo, kim süreyo

- Ee şöferi var o süreyo.

- Hıı...

Tam bir soru daha geliyorken, '' Hadi hadi ineyoz, kak kak '' denilip, hafifte iteklenerek çocuk indiriliyor.  Sonra düşündüm de bu çocuk acaba ne zamana kadar metronun arabadan-otobüsten farklı bir şekilde ilerlediğini, kullanan kişininse şöfer değilde vatman olduğunu öğrenecek. Bilemiyorum, belki de hiç...


Bunlar yine cevap verilebilecek tarzda sorular, bir de bazen herkesin içinde pat diye sordukları ve ne desem acaba şimdi diye düşündüğün sırada  bozulmuş plak gibi yüz defa tekrarlanan, '' İshal ağızlı çocuk '' diye nitelediklerim var. Tam bir baş belası...

 Doğal yaşam parkındayız , çocukların şaşkınlık dolu çığlıkları, soruları yükseliyor etraftan, yürüyoruz. Küçük delilerin, küçük at sıfatını uygun bulup pek bir sevdikleri midillilerin önüne geldik. Bir grup delikanlı başını uzatan midilliyi okşuyor, ve hayvanın da ereksiyon olası tutuyor. Görüntü giderek daha korkunç hale geliyor, midilliyi seven grup '' Aman oğlum kaçın! '' şeklinde cümleler ve böğürtümsü kahkalarla uzaklaşırlarken çitlerin dibine bir baba ve elinden tuttuğu kızı yaklaşıyor. Adam tabii başta görmüyor ama küçük kız boyunun mesafesinde anlam veremediği bir görüntüyle karşı karşıya kalıyor ve patlatıyor soruyu :

- Aa baba o ne ?

  Durumu fark eden şaşkın baba :

- Gel kızım ördeklere bakalım.

- Baba o ne ?
- Baba o ne ooo ?
- Baba ata ne olmuş?
- Baba orada ne çıkmış ?

Kalabalıkta yırtınmaya devam eden kızını milletin sessiz kahkahaları eşliğinde uzaklaştırmaya çalışan baba kıpkırmızı ve çaresiz...

Karar verdim fazla merak hiçbir yaşta iyi değil...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

afet-i devran-edebik. Design By: afet-i devran

fencing